16 Mart 2010 Salı

aklımda uzun zamandır bu vardı.
hatta buraya ilk yazacağım şeylerden biriydi.
sonra canım istemedi.



canının istememesi...........
bu kadar güzel bir açıklama daha var mıdır ya?

"canım istemedi"

insanlar illa bir açıklama beklerler bunun altına.
"niye ki?" "neden canın istemiyor?"
eh neden zaten cümlenin kendisi...
daha ne olsun.



neyse anlatacağım şey bu değildi zaten. geçtik. bunu sonra anlatırım.
öncesinde; (bak; bu arada bu yazıda annemi de anlatmak istemedim; oysa ondan bahsedeceğimi söylemiştim, şimdi canım istemedi, ya gördün mü; oluyor böyle işte.)
en büyük korkumu keşfettiğim andan bahsedelim biraz.



aklımı kaybetmek...
aklımı.... kaybetmek....

şöyle bir anda aklımı kaybetmekten korkmuyorum.
o zaman giden gidiyor zaten.
sonrasında farkedeceğimi bile sanmıyorum.



benim bahsettiğim şöyle yavaş yavaş; farkında ola ola.
çevrendeki herkesin gittiği noktada; parasız kaldığında, işinden ayrıldığında;
karın yada kocan seni aldattığında, arkadaşının sırtını gördüğün anda, yattığında, güzel bir rüya gördüğünde, kalktığında, yolda.
şöyle bir düşünürsün...

işte o düşünceyi kaybetmek ne demektir ya.


hele bir de farkındaysan kaybettiğini.

en korktuğum an; bir yandan düşünemediğim, bir yandan da bunun farkında olduğum andı. korkuyordum ama düşünemiyordum. korktuğum için düşünemiyor değildim. düşünemediğim için korkuyordum.

nedenini biliyordum;
düşünebilen o küçük yanımın tek farkettiği düşüncelerimi kaybettiğimdi.
ve o küçük yanım için de sadece korku kalırdı di mi?
o küçük yan; ne zaman ben de kaybolacağım diye düşündüğü için...

sonra yavaş yavaş geçti, tek tek topladım aklımı ama hayatımın en kötü iki saatiydi o.
belki o küçük düşünce de aklımın peşine takılıp gitse, sonra da kolkola hep beraber gelseler, o bilinçsizliğin içinde keyif alabilirdim.
sonra hatırlamazdım ama en azından da bu kadar korkmazdım.




neden yazdım şimdi bunu?
bilmem.
galiba canım istedi. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder