18 Şubat 2010 Perşembe

evet... aklıma geldi de bir de bu vardı...

çocukluk travmaları...

sanırım normal bir çocuk olmadığımı ilk söylediklerinde 5 yaşındaydım.
o zamanlarda yanımdan ayırmadığım sevgilimle annemi tanıştırmıştım.
maykıl nayt...
kit adında konuşan bir bir arabası vardı. mahallenin en kuul çocuğuydu.
devamlı sohbet ederdik. dinlemeyi bilen bir erkekti.

ilişkimiz sadece 1 sene sürdü. ben herşeyden çabuk sıkılan bir çocuktum ve sanırım uzun süreli bir ilişkiye hazır değildim.
ikinci sevgilim deyvid edisın'dı. yaramaz, espirili bir kişiliği vardı. yanındaki o sarışın uyuz olmasaydı birlikte çok mutlu olabilirdik.

sevgililerim; sonrasında boş zamanlarında kamyon olmaktan hoşlanan optimus prime, her ne kadar mor gibi güzel bir rengi üzerinde taşmayı bilse de özünde bir ördek olan dark wing dark, mutasyona uğramış 4 kaplumbağadan mor maskesi olan donatello (evet anlayamadığım bir mor saplantım da vardı) ve önce bir anne sonra da onun oğluyla kafayı bozmuş bir psikopat olan t-800 gibi simalarla çeşitlendi. (allahtan deyvid edisın'dan sonra annemi sevgililerimle tanıştırmaktan vazgeçmiştim)

çok sonraki yıllarda kendi üzerimde yaptığım pskolojik analizlerde tespit ettim ki bu normal olmama durumunun tek bir nedeni vardı.

clementin................


klööööömentiiiin.... gibi nahoş bir müzikle açılıp, bir dizi çocuğun suratlarında aynı, beyinleri yıkanmış, sırıtkan ifadeyle şalvar giymiş mor saçlı ( mor takıntımın buradan geldiğinden şüpheleniyorum) bir kadına doğru yürüyüşleri; benim benliğimde uzun süreli psikolojik yaralar oluşturmuştu.

klömentin tüm maceralarını rüyalarında yaşıyordu, aynen benim hayali sevgililerim olması gibi... ondan kaçıp kurtulamıyordum, üzerimde bir iz bırakmıştı.

şimdi bile müziğini duyunca ürpermem, kendisinden bahsedildiğinde mideme kısa süreli bulantı girmesi gibi etkilerini üzerimde taşıyorum.

kısaca;
çocukluk travmaları kötü şeylerdir, sonradan anlaşılırlar, anlaşıldıklarında çok geçtir, anneniz size "çok garip bu ya" damgasını vurmuştur bile ve klömentini izlemeyen çocuklar çok şanslı bir nesildir.

gelecek bölümümüz: klömentinin doğurduğu çocukluk travmalarının anne davranışları üzerindeki geri döndürülemez ve halen devam eden etkileri.

2 Şubat 2010 Salı

Zeka ne kadar çekici birşey ya...

bana insanlıkla ilgili ne düşündüğümü sorsanız, çok fazla insan olduğunu söylerim.
sorun başkaları ile beraber olmaktan hoşlanmamam değil, kendimi genellikle tek başıma daha rahat hissetmemden kaynaklanır.
daha çok sessizlikle anlaşmayı severim biraz, sözcüklere döküldüğünde genellikle anlaşmalar bozulur benim için. çünkü insanlar hep kendilerine anlamlı gelen şeyler söylerler.

ilk hayal kırıklığımı; gerçek hayal kırıklığımı; karşımdaki insanın benden farklı olduğunu anladığım zaman yaşadım.
nasıl bir acı bilinçlilikti o an.
hayal kırıklığım karşımdaki insanın benden farklı olmasına değil, benim kendi zekama hayranlığım içerisinde aslında bu farkı anlamayacak kadar aptal olmamaydı.

bir süre konuşmadım kendi sözcüklerimle.
kendini aptal gibi hissettiğin ve yaşadığın o kavrayışla; bildiklerinden emin olamadığın bir dönemde bir süre karşındakinin duymak istediklerini söylersin hep.
ayna gibi olursun, karşındakinin hareketlerini yansıtırsın ama sonuçta bir aynasındır; sadece karşındakinin görüntüsünü gösterirsin.

sonra yeniden konuşmayı öğrenirsin ama...
bu da aslında senin için herşeyin seninle ilgili olduğunu anladığın diğer bir anda olur.
verdiğin kararların sonuçlarının sadece seni etkilediğini, başkalarının hareketlerinin ise üzerinden akıp gitmesine izin vermenin rahatlığını gördüğünde arkana yaslanıp bir "oh be" dersin. "şimdi kendi sesimi duyuyorum."

sonra birşey olur, çok zekice bulursun, üzerinde kalmasına izin verip mutlu olursun.
bu sefer hayranlıktan kendin susarsın.

zeka ne çekici birşeydir ya...
şu aralar düşüncelerim garip bir şekilde beni rahatsız ediyor.
ya bi git dediğim şeylere kafa yorarken buluyorum kendimi.
en son olarak insanların matematik zekalarını dehşet verici bulduğumu farkettim.
uyanıp bilinçli bir şekilde düşünmeye başladığın anda aklın bilinçsiz bir şekilde hesap yapmaya başlıyor ya. işte bu bence inanılmaz birşey.
bence bu; insanın doğal zaman yolculuğu.

bir an içerisinde kafamızın arkasında devamlı bir sonraki anı yaşıyoruz galiba.
şimdi ben şuraya arabayla gitsem, sonra şuna şunu söylesem, sonra şu adımı daha kısa atsam yada şu yemeği daha yavaş yesem...
hep bir plan, hep bir olasılık hesabı var kafamızda.
ooo! bakmışsın düşüncemizde bir sonraki ana gitmişiz zaten.

şimdi; eğer bir sonraki ana gitmişsek ve gelecekteysek şöyle bir sonuç çıkarmamız mı gerekiyor diye düşünüyorum;
gelecekteki o istediği ana ulaşamayan, aslında; hep o gelecekte olduğu için o geleceğe doğru giden şimdide, vermesi gereken kararları verememiş mi?
yoksa hedefine ulaşan kişi gelecekten şimdiye doğru tüm yollara bakıp, onları iyice algılayıp da mı başarıya ulaşmış?

offf başım ağrıdı.
ya ben bi gideyim ya.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Oley!!!
Sonunda uzun zamandır açmaya üşendiğim ama bugün "eh be" deyip hazırladığım bir blogum oldu. Artık eksiğim yok, içim rahat. Yazma dürtüm geldiğinde keşke bir blog açsaydım demeyeceğim. Açılmışı var.
Duyrulur.